• PİERRE LOTİ’NİN ADI DEĞİŞİYOR..

    BİTLİS MİLLETVEKİLİ VAHİT KİLER’İN İSTEĞİ İSTANBUL’U KARIŞTIRDI..

    19:25:53 | 2012-06-13

    EMİNE PAKSOY YAZDI

    Sevgili Aydın Gündem Okurları;

    İstanbul’dan hepinize merhaba..

    AK Parti Bitlis Milletvekili Vahit Kiler, Akkoyunlu ve Osmanlı devletlerine 25 yıldan fazla yönetim kademelerinde hizmet eden, sultanlar adına nameler yazan, Osmanlı tarihini ilk kez Farsça olarak kaleme alan büyük devlet adamı ve alim İdris-i Bitlisi'nin hayatını geçirdiği yer olan tepenin 1934 yılında Pierre Loti Tepesi olarak resmi kayıtlarda yer aldığını hatırlatarak. bunun kendilerini üzdüğünü ifade etmiş.

    AK Parti Bitlis Milletvekili Kiler, 1934'e kadar tepenin adının İdris-i Bitlisi olduğunu savunmuş ve Pierre Loti Tepesi’ne, İdris-nin adının verilmesi için belediyeye başvuracaklarını açıklamış…

    Pierre Loti İstanbul’da önemli bir konuma sahiptir ve İstanbul’da Haliç’i ve tarihi yarımadayı kuşbakışı gören doyumsuz manzarasıyla “Aşıkların buluşma yeri” olarak bilinir.

    Bitlisli Vekil Kiler bunu “Bitlisli olarak, bu ismin değiştirilerek Piyer Loti haline getirilmesi kanımıza dokunuyor. Belgeleri hazırlayarak, belediyeye gerekli başvuruyu yapacağız. Eyüp'teki o meşhur köşkün adı 1934'e kadar İdris-i Bitlisi Köşkü olarak biliniyormuş. Tepenin adı da kayıtlarda 'İdrisi Tepesi' diye geçiyor. Ne var ki, 1934 yılında, Fransız yazarı Pierre Loti'nin ismi verilmiş. Biz bunu öğrendiğimiz zaman Bitlisliler olarak kanımıza dokundu, ağrımıza gitti” sözleriyle eleştirmiş.

    Kiler, açıklamasını şöyle sürdürmüş:

    “Sadece Bitlis için değil, Türk tarihi açısından da önemli bir kişilik. Akkoyunlu sarayında hükümdar çocuklarına lalalık yapan, bundan dolayı 'Kutlu Müderris'olarak övülen bir isim. Hem 2. Bayezid hem de Yavuz Sultan Selim döneminde yaptıklarıyla büyük övgü almış. Osmanlı siyasetinde aktif bir rol üstlenmiş. Çaldıran'da savaşıp, Doğu ve Güneydoğu vilayetlerinin Osmanlı'ya katılmasında gösterdiği başarısıyla merkezi Diyarbakır olan Arap Kazaskerliği rütbesiyle ödüllendirilmiş. Yavuz'la birlikte Ridaniye ve Mercidabık savaşlarına katılmış. Mısır'ın fethinden sonra bu ülkenin yönetimi konusunda Yavuz Sultan Selim'e yardımcı olan biri. Ayrıca aralarında Risale-i Hazaniyye'nin de olduğu 28 eseri olan tarihi bir kişilik. Ülkeye bu kadar yararları dokunmuş birinin ismi o tepeden neden çıkarılıp, bir Fransız olan Piyer Loti'nin adı verilir?”

    Piyer Loti'nin Fransız roman yazarı olarak Türkiye sevgisiyle bilinen bir yazar olduğunu hatırlatan Kiler, “En azından bize öyle anlatılıyor. Ama, büyük hizmetleri geçmiş İdris-i Bitlisi'nin adının çıkarılarak, o tepeye Piyer Loti'nin adının konulmasını garipsedik. İdris-i Bitlisi, Müştak Baba gibi, Saidi Nursi Bediüzzaman gibi bizim için çok değerli bir insan. Tekrar o tepeye ve köşke isminin geri verilmesi için çalışma yapacağız. Gerekli belgeleri topluyoruz. O tepenin ve köşkün isminin daha önce İdris-i Bitlisi olduğunu gösteren belgelerle birlikte İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız ve yetkililerle görüşeceğiz. Belediye Meclisi kararıyla mı, yoksa bir kişinin kararıyla mı değişmiş onu inceledikten sonra gerekli başvurumuzu yapacağız. İdris-i Bitlisi'nin hem çeşmesi hem de köşkü o bölgede bulunuyor. Eşiyle birlikte kabristanları da orada” açıklamasında bulunmuş.

    İşte AK Parti Bitlis Milletvekili Vahit Kiler’in bu sözleri İstanbul’da büyük yankı buldu ve tartışma yarattı.

    Peki kimmiş Bitlisli Vekilin övgü ile söz ettiği “İdris-i Bitlisi?”

    Bu sorunun cevabını 13 Aralık 2009 tarihli Hürriyet Gazetesi’ndeki yazısı ile Soner Yalçın bakın nasıl cevaplıyor.

    Yazıyı aynen aktarıyorum:

    Pierre Lotti tepesi’nin ismi değişsin mi değişmesin mi? Yorumunu da okuyucalara bırakıyorum…

    “Bazı Kürtlere göre “kahraman”, kimi Kürt aydınına göre “iblis”, Dersimli Kürtlere göre “hain”, Alevilere göre “cellat”, Doğulu şeyhlere/şıhlara göre ise “Mevlana Hâkimüddin” idi...

    Sünni Kürtleri, Alevi Türkmen Safevilerin kılıcından Osmanlı’yla ittifak yaparak kurtaran İdris-i Bitlisi gerçekte kimdi? Türkleri nasıl Kürtleştirdi? DTP’nin kapatılmasıyla ne ilgisi vardı?

    Çok gerilere gitmeyelim.

    Selçuklular-Kürtler ilişkisi inişli çıkışlı oldu. Taraflar birbirinden pek hazzetmedi.
    Kürtler, Akkoyunlular, Karakoyunlular, Dulkadiroğlu gibi Türk beylikleri himayesinde de pek mutlu olmadılar.

    Kürtler, en çok Osmanlılar döneminde rahat ettiler.
    Bunu sağlayan kişi ise İdris-i Bitlisi idi...
    Gelin 500 yıl önceye gidelim.

    Birinci perde

    Fatih Sultan Mehmed’in unvanı “Sultanü’l-barrayn ve hakamül’l-bahrayn” idi; yani Anadolu, Rumeli ile Karadeniz-Akdeniz’in sultanı.

    Fatih, Avrupa’nın sultanı olmak istiyordu. Bu nedenle yürüyüşü hep Batı’ya doğru oldu. Devrimciydi; hukuktan maliyeye, toprak üzerindeki siyasetinden güzel sanatlara kadar hep ilerici adımlar attı. Ali Kuşçu gibi âlimlere önem verdi.

    Fatih’in ölümünden sonra oğulları Cem ile Beyazıd arasında taht kavgası çıktı.
    II. Beyazıd, Cem Sultan’a karşı halkın desteğini almak için şeriatı hayatın merkezine koydu. Sarayın gerici unsurlarıyla ittifak yaptı. Çandarlı İbrahim gibi statükocu vezirleri tekrar saraya çağırdı. Babası zamanında yapılan sivil devlet kanunlarını daralttı; devletleştirilmiş emlak ve evkafı sahiplerine dağıttı. İtalyan ressamlarına yaptırılan sarayın duvarlarındaki freskoları söktürdü.

    Bu kısa bilgilerden sonra gelelim anlatacağımız olayın kahramanına: Yavuz Sultan Selim.
    II. Beyazıd’ın oğluydu. Şehzadeliği döneminde Trabzon Valisi’ydi. Artık yaşlanan babasının atılgan olmamasına kızıyordu. Darbeyle babasının tahtını gasp etti. Osmanlı’nın Batı’ya yürüyüşünü Doğu’ya çevirdi...

    Şimdi de olayın ikinci kahramanını tanıyalım: Şah İsmail.

    İkinci perde

    15’inci yüzyıl sonunda İran’da taht kavgaları başladı. Saltanatı Bayındır soyundan Safeviler ele geçirdi.

    Devletin başına Erdebil Ocağı’ndan Şeyh Haydar’ın küçük oğlu Şah İsmail geçti. Şah İsmail aynı zamanda, “Hatayi” mahlasıyla Türkçe şiirler yazan bir şairdi. Türkmen’di. Kimine göre “Alevi” kimine göre “Şii” idi.

    Anadolu Alevi Türkmenleri Şah İsmail’i kendi hükümdarları ve pirleri saydı/hâlâ da öyle sayarlar.

    Buraya minik bir parantez açmalıyım:
    Bu destek sadece inanç temelli değildi; Türkmenler yeni merkezileşmiş Osmanlı’ya karşı hoşnutsuzdular. Çünkü ne asker ne de vergi vermek istiyorlardı. İstedikleri kendi aşiret hukukları çerçevesinde göçebe hayata devamdı.

    Hele hele özellikle Beyazıd döneminde Sünni İslamiyet’in Osmanlı resmi ideolojisine dönüşmesini kabullenmediler.

    Bu nedenlerle de Şeyh Cüneyd-Şeyh Haydar döneminde Safevilere yakınlaştılar.
    Safeviler, Erdebil sufileri sayesinde Azerbaycan, Doğu Anadolu, Irak ve İran’da siyasi gücü ele geçirdiler.

    Şah İsmail Azerbaycan dolaylarının hâkimi Veziriazam Şemseddin Geylani’nin desteğiyle Akkoyunluları mağlup etti. Gözü Osmanlı topraklarındaydı.
    1502-1507’de iki kez saldırıya geçti. Erciş, Ahlat, Diyarbakır, Mardin, Cizre, Musul, Bağdat’ı aldı. Sünni din adamlarının türbelerini yıktı. Bu hareketi Sünni Kürt aşiretlerinin tepkisini çekti...

    Üçüncü perde

    Ve gelelim yazımızın konusu olan kişiye: İdris-i Bitlisi.
    Ailesi Bitlisli ve “Mevlana Hâkimeddin” lakabıyla biliniyordu.
    Babası tasavvuf ve tefsir konularına hâkim Mevlana Şeyh Hüsameddin Ali-ül Bitlisi idi.
    Ahmet Yesevi’nin yolundan yürüyen Seyyid Mehmet Nur Bahçi’den feyz almış, halifesi olmuş, şeyhi ölünce Nurbahçi tarikatını kurmuştu.

    Bilginleri ve şairleri sevip koruyan Türkmen beyliği Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın hizmetinde “divan kâtibi” olarak görev yapmıştı. Sekiz kitabı vardı.

    İdris-i Bitlisi böylesine önemli bir âlimin oğlu olarak dünyaya geldi.
    Doğum tarihi kesin olarak bilinmiyor. 1452-1457 arasında doğduğunu yazabiliriz. Doğum yeri de muğlaktı; kimine göre Diyarbakır kimine göre Bitlis’ti. Kürt’tü.
    Eğitimi babasından “İdrisiye Medresesi”nde aldı. Arapça, Farsça öğrendi.
    Uzun Hasan başkentini Diyarbakır’dan Tebriz’e nakledince ailece oraya göçtüler.
    Tebriz’de “saray kâtipliği” yaptı. Ali Şir Nevai gibi âlimlerle arkadaşlık kurdu. Şah İsmail’in 1501’de Akkoyunluları tarihten silmesine kadar sarayda görev yaptı. Ailesini koruyup kollayan Akkoyunluları yok ettiği için Şah İsmail’e düşman kesildi. Ve tabii bir düşmanlık nedeni ise Şah İsmail’in mezhebiydi.

    İdris-i Bitlisi, Safevi tehlikesi konusunda II. Beyazıd’ı uyarmak için Osmanlı sarayına kadar gitti. İyi karşılandı ama umduğunu bulamadı. Kendisine Arabistan kadıaskerliği gibi “bürokratik” bir görev verildi. Bir de resmi tarih yazıcılığı.

    İdris-i Bitlisi’ye istediğini veren padişah Yavuz Selim oldu.
    Yavuz Selim Trabzon Valiliği döneminde Safevileri tehlike olarak değerlendirmiş, babasını uyarmıştı.

    Yavuz Selim tahta oturunca hemen İdris-i Bitlisi ile ittifak yaptı; Şah İsmail konusunda hemfikirdiler, yok edilmesi gerekiyordu.

    Yavuz Selim sürekli kendine tehditkâr mektuplar gönderen, “Anadolu halkının babasının müritleri olduklarını” yazan, Timur bozgunundan bahseden Şah İsmail’i susturmak istiyordu.

    Kürtlerin desteğini almak için İdris-i Bitlisi’yi görevlendirdi.
    İdris-i Bitlisi kısa sürede Sünni Kürtleri Osmanlı’nın yanına çekti.

    Uzatmayalım...
    20 Nisan 1514’te İstanbul’dan sefere çıkan Yavuz Selim, 24 Ağustos 1514’te Çaldıran’da Şah İsmail’i mağlup etti.

    Bu savaş sonunda Kürt aşiretleri özel bir idareye tabi oldu. Kürt derebeyliğinin temeli atıldı. Bu ayrıntılara da girmeyip meselenin özüne gelelim: Türkler nasıl Kürtleştirildi?

    Ve final

    Çaldıran Savaşı’ndan sonra Yeniçerilerin huzursuzluğu nedeniyle Amasya’ya dönen Yavuz Selim, Doğu Anadolu’da düzenin sağlanması görevini İdris-i Bitlisi’ye verdi.
    İdris-i Bitlisi 25 Kürt aşiretini bir araya getirerek, onları -kendi üslubuyla yazarsak- “Kızılbaşların kökünü kazımaya teşvik etti”.
    Hepsi, “Kızılbaş topluluklarına karşı kılıç darbesiyle cihat etme” yemini ettiler.
    İdris-i Bitlisi kararı bildirmek için Amasya’ya Yavuz Selim’in yanına gitti.
    Dedi ki, “Yüce amaç, Kızılbaşların topluluklarını parçalamaya ve birliğini darmadağın etmeye yol açacak tedbirleri almak olduğuna göre, bu durumda Sultanlık Sarayı’nın adamlarından, bütün yerli beylerin itaat edecekleri ve emirlerine boyun eğecekleri birinin tayin edilmesi daha iyi olur. Böylece bu iş en hızlı ve en iyi şekilde tamamlanır.”
    O kişi Bıyıklı Mehmed Ağa oldu; Diyarbakır Bölgesi Beylerbeyi yapıldı.
    İdris-i Bitlisi memnundu.
    Şakir Epözdemir gibi tarihçiler bakın ne yazıyor:“O dönemlerde Doğu ve Güneydoğu bölgesi baştan başa Kızılbaşların işgali altındaydı. Bölge insanı ve beyleri bu zulümden kurtulmak için İdris-i Bitlisi’yi beklemiştir.”
    Bizim tarihçiliğimiz böyledir işte; neyse...

    Gelelim sonuca...

    İdris-i Bitlisi’nin Selim Şahnamesi’nde yazdığına göre “40 bin Kızılbaş’ın/Türkmen’in başı kesildi.”

    Ve binlerce insan, Sünni Kürt kimliğine bürünerek katliamlardan kurtuldu.
    Bu nedenledir ki, Nuri Dersimi,“Kürdistan Tarihinde Dersim” adlı kitabında İdris-i Bitlisi’yi “hain” olarak göstermektedir.

    Günümüzde İdris-i Bitlisi hâlâ tartışılmaktadır.
    Bu yazının konusu benzer tartışmaları yinelemek değildir.
    Ya da resmi ideoloji gereği “Aslında Kürt yoktur onlar Türk’tür” demek hiç değildir.
    Bakınız; kişi kendini hangi kimlikte görüyorsa öyledir. Türk, Kürt, Yahudi, Ermeni, Rum, Çerkez, Laz, Gürcü, Sünni, Alevi hepsi Türkiye Cumhuriyeti’nin saygın vatandaşlarıdır.

    Bu yazının yazılma amacı şudur:

    Bazı Kürt aydınları sık sık TV’lerde yakın tarihten örnekler veriyor ve nasıl eziyetlerle karşılaştıklarını anlatıyor. Söylediklerinin çoğu doğru.
    Ama tarihi nereden başlatacağız?

    500 yıl geriye gittiğinizde de Alevi Türkmenleri kesen, onlara “jenosid” uygulayan İdris-i Bitlisi’yi görürüz!

    Evet empati şart. Kardeşliğe mecburuz.
    Salt yaşanan acılar üzerinden siyasal rant elde etmeye çalışarak yarını inşa edemeyiz.
    Sorunun kardeşlik temelinde çözülmesi isteniyor ise her türlü teröre övgüler düzmeye son vermek gerekiyor.

    Artık beyaz sayfa açmak şarttır.
    Bunu yapamazsak daha nice partiler kurulur ve kapatılır...”